30 Aralık 2011 Cuma

Dinlerin Kardeşliği

Az önce tv haberlerinde izledim.

Antalya Belek'te, cuma namazında cemaat camiye sığmayınca insanların bir bölümü namazlarını kilisede kılmışlar. Hava yağışlı olduğu için dışarıda kılınamamış ama çareler tükenmiyor. Bomboş kilise hemen caminin yanıbaşında..

Belek'te Dinler Bahçesi denilen bir yer var. Ben de geçen yıl görmüştüm. Orada cami, kilise, sinegog bir arada. Dinlerin kardeşliği esasından yola çıkılarak yapılmış. Ayrıca caminin imamı da İngilizce ve Almanca biliyor, ziyaretçi turistlere rehberlik de yapıyor.

Antalya Müftüsü Mahmut Yeleser, kilise içerisinde namaz kılmanın herhangi bir sakıncası olmadığını ve kiliselerin temiz olduğunu söylemiş.Yeleser, ''Cemaatimiz de seccade sererek kılıyor namazını. Kilisedeki resim ve şekillerin de ibadeti engellemesi söz konusu değildir'' demiş.

Dayanışma Böyle Olur! (Sokakta Hayat Zor! )

Diğer bloğumda (Minik, Jane ve Colette'de) yayımlamıştım. Öyle etkiledi ki beni, burada da görmenizi istedim. Çünkü o bloğun takipçisi çok az.

Zordur sokaklar.. Açlık, soğuk, acımasız insanlar... Yeri gelir,düşman sanılanlar bile birbirinden destek alırlar. Tıpkı böyle..

Pinterest'te rastladım bu fotoğrafa..

Mutlu Yıllar!!!

Tüm dostların yeni yılını kutluyorum!

29 Aralık 2011 Perşembe

Begonvilli Ev Halleri

Yılbaşı soframızın çiçeğini aldık! Kar efektini yeni keşfettiğim bir sitede yaptım. İşte adresi: http://lunapic.com/editor/?action=snow

Sarı, yeşil, turuncu..Antalyanın  en güzel ürünleri. Pazarımızdan...



Kim demiş, onlar anlaşamazlar diye?



28 Aralık 2011 Çarşamba

Terkedilmiş Evler

Terkedilmiş evler vardır her şehirde,  her kasabada, hatta köylerde..

Yapayalnız, ürkütücü, bir o kadar da hüzün verici  görüntüleri olan  harap evler...

Kirli,  kırık dökük camları, kapıları, pencereleri, aşınmış sıvaları, eğer varsa acınası bahçeleri ile sızım sızım sızlayan bir halleri vardır.

Tıpkı yarı aç yarı tok sokaklarda ömür tüketen, kimsesiz,  hasta, yarı deli, muhtemelen alkolik ya da şizofren evsiz insanlar kadar hüzün vericidir o evlerin hali de..  Pek de farklı değillerdir hani; evsiz insanlarla  insansız evler....Kaderleri  aynıdır;  sahip çıkanları yoktur.  Pek çok güzelliği, yaşanmışlığı, anıyı taşıyor olmaları  hiç bir şey ifade etmez şimdiki durumda. İşleri bitmiş, devirleri tamamlanmıştır.. Enkaz olarak gözler önünde olmaları da sadece yürekleri  sızlatır ama hemen hiç birinin kurtuluşu, eski güzel günlerine dönüşü olası değildir...


 Onlardan birini gördüğüm zaman  çok hüzünlenir, ''kim bilir kimler yaşadı  bu evde?'' diye düşünürüm. Film kareleri canlanır gözümde. Özellikle Kaleiçi'nde özgün mimarileri ile dikkatimi çeken eski harap konakları görünce .... Şu kapıdan kim bilir kimler  girdi  bir zamanlar? Şu pencereden hangi kadın, akşam eve dönecek olan eşini görmek için baktı?  Yaz akşamlarında, taş duvarların arkasındaki portakal ağaçlı, yaseminli bahçede kurulan sofrada kimler akşam yemeği yediler ve taş plaktan yayılan  hangi şarkıları dinlediler? Kim  bilir, ne sevinçler ve ne acılar yaşandı?  Ne aşklar, ne terkedilişler, ne kavuşmalar geldi geçti..

Henüz  ben doğmadan çok önce yaşanmış pek çok mizansen canlanır gözümde:

Dantel perdeleri yıkayıp kolalamaktan, merdivenleri arapsabunu ile ovmaktan yorgun düşmüş  hanım, muhtemelen  beyi  eve gelmeden  giyinip süslenip ondüleli saçlarına hafif  limon suyu ile şekil verip allığını  sürmüştür.

İşte şu yüksek merdivenli, sırtını eski kale duvarına dayamış konakta, bahçesindeki turunç ağaçlarından toplanan turunçlardan kaynatılan reçelinin kokusu nasıl da  sokağı sarmıştır.. Diğer  bir evde  taze asma yaprakları toplanıp çoktan,  minicik serçe parmağı inceliğinde  sarmalar olarak ocağa konulmuştur.. Başka bir evde, evin biricik kızına  görücü  gelecek hanımlar için  hazırlık vardır..  Hazırlanan  kurabiyeler,  köşedeki  fırına  gönderilmek üzere üzerleri güzelce örtülmüş, vişne şurupları, kalıp halinde alınıp talaşta saklanan ve  kırılıp bakır bir kovaya doldurulan buzda soğutulmuştur..

Fransızca öğretmeni Dilber Teyze  piyanosunu  tıngırdatmaktadır, hurma ağaçlarına grup halinde konan kumruların eşliğinde...

Çocuklar mutludur, televizyon , internet kafeler, alışveriş merkezleri olmasa da.. Rahatça oynayabildikleri  bahçeleri, boş arsalar, tırmanabilecekleri ağaçları vardır..

Sokak kedileri bile  mutludur o yıllarda; bahçelerin kuytu ve gölge köşelerinde karınları doyuyor, yorulana kadar oynayıp uyuyorlardır muhtemelen. Yollarda ezilme tehlikesi olmadan, yaşayıp gidiyorlardır.

Görüyorsunuz ;  beni nerelere alıp götürdü bu eski evler ve emin olun bu anlattıklarım birebir yaşanmıştır, Anneannemin anıları,  annemin ve teyzemin de aktarımları ile  capcanlı geliyor gözümün önüne..  Neredeyse bir roman yazdıracak  kadar  hissediyorum yaşanmışlıkları..

Ve şimdi  yılların  yorgunu konak, çoktan  rahmetli olmuş  eski sahiplerinin çocuklarının  küçüklük  halini bilse de yetişkinliklerini bilmiyordur.  Hele onların çocuklarını  hiç tanımamıştır..

Bu eski  konak yavrusu evlerden biri de rahmetli dedemin ailesine aitmiş. Kaleiçi'nde , Kırkmerdivenler'in  altında harap durumda yok olmakta  şu an.. Bir çok varisi olan ancak yasalar gereği restore edilmesi için  akıl almaz bir  servet harcanması gereken  bu evin durumu, ailedeki pek çok hukukçunun  bile içinden çıkamadığı,  kimin ne yapacağı bilinmeyen bir muamma..  Gördüğüm zaman  göz yaşlarımı tutamıyorum...

27 Aralık 2011 Salı

Crochet at Begonvilliev'de Yeni Koleksiyonumuz.

Sevgili Arkadaşlar,

Diğer bloğumuz Crochet at Begonvilliev'de yeni tığ işi koleksiyonumuza ürettiğiniz  tığ işlerinizin resimlerini ekleyebilirsiniz. Resimlere tıklandığı zaman sizin sayfanız görünecektir. Bunun için ''Add your link'' yazısını tıklayın ve gerekli yerleri doldurun. 
Hepinize, sevgiler, selamlar..

Sakın Üşümeyin!

Bizim buralara kar yağmaz. Kar görebilmek için bize en yakın kayak merkezi olan Saklıkent'e gitmemiz gerekir.

Saklıkent'i bir başka zaman anlatırım.

Şimdilik bu enfes kış manzaralarını izleyelim, ne dersiniz?










26 Aralık 2011 Pazartesi

Evlendirme Proğramları


İlkinin tutması ile  neredeyse her kanalda yapılan ve epeyce  izleyici kitlesi olan, ekranda özel yaşamı sergileme esaslı proğramlardan biri..  Benzerlerinden  biraz farklı olabilmek için  uçuk kaçık  yorumcular, stüdyo konukları vs  de eklenince iyice abuklaşan  çalgılı çengili bir karmaşa.

Amacı iyi niyetli gibi gelse de  tanışma aşamasından sonra, sonucun açıklanması süreci çok sancılı ve insan haklarına saygısızlık gibi geliyor bana. Üstelik istismarlar, yalanlar, kandırmacalar, ağız dalaşları, daha neler neler  oluyor. 


Neyse, tüm önyargılarıma karşın  komşum ve akrabam iki yaşlı insanın evine gidince  istemesem de izlemek zorunda kalıyorum. Eğer  öğleden sonra ise mutlaka  tv açıktır ve ilgi ile bunlardan birini izliyorlardır..Bazen birinden diğerine geçtikleri de olur. Hem de kızarak, söylenerek; bazı  katılımcılara duydukları sempati ya da antipatiyi dile getirerek..
Düşünmeden  edemiyorum doğrusu; bu tür proğramlara bel bağlayan katılımcılara ve tv karşısında zaman öldüren  bunca insana  ne demeli?


25 Aralık 2011 Pazar

Bitte Geh Nicht Fort!

Ben Fransızca aşk şarkılarını çok severim. Çok yakıştırırım bu dili romantik şarkılara. Eh İngilizce de yakışır, en sevdiklerimden bir ikisi de İngilizcedir; My Way, If You Go Awey, Woman in Love gibi..

Almanca şarkı pek dinlemem..

Ama....

Marlene Dietrich; o sarışın ince yüzlü, etkileyici bakışlı gizemli kadın öyle bir ''Bitte Geh Nicht Fort!'' Diyor ki bu şarkıda..

Bitte Geh Nicht Fort!!! Lütfen gitmee!!

bitte geh nicht fort
was ich auch getan
was ich auch gesagt
.............ve şarkının devamında da tane tane, çok anlaşılır biçimde akıp gidiyor sözler, duyguları birebir aktararak..

Aslında, bildiğimiz şarkı..

Ne Me Quitte Pas  (If You Go Away)

 Rahmetli Zeki Müren bile seslendirmiş ''Beni Terketme!'' diye, Türkçe sözlerle. Burada

Marlene Dietrich,

Edith Piaf'ın, Jacques Brel'in, Celine Dion'un, Mireille Mathieu'un ve pek çok sanatçının çok da güzel yorumladığı, ''Ne me Quitte pas'' adlı şarkıyı Almanca olarak söylemiş.

Sonuç muhteşem.. Almanca bir şarkıyı bu kadar duygulanarak dinleyeceğim aklıma gelmezdi..

Çile Dolu Bir Yaşam Daha Bitti!



Zirvelerden dibe vurmanın ne demek olduğunu bilmeyenlere örnektir..

Huzur içinde uyu ..
Haberi Burada

23 Aralık 2011 Cuma

Begonvilli Ev'de Yılbaşı Hazırlıkları

Ağacımızı süsledik, hediyeliklerimiz hazır sayılır.

Bu yıl şarap şişeleri için tığ işi kılıflar ördüm. Yemek davetlerine giderken eli boş gidilmez, satın alınan şaraba böyle el emeği şık bir giysi giydirirsem çok daha hoş bir sunum olacağını düşündüm. İlk şarap giysimi de yılbaşı gecesi için tasarladım. Diğeri daha sade oldu.






Tweety ve Sylwester


Tatlı Tweety ile hain kedi Sylvester'ı kim sevmez:))) Çook tatlılardır. Ya Granny Nine? Ne akıllı, ne sevimli kadındır..Orijinal seslendirmesi ve müziği ile çizgi filmlerin beş yıldızlısıdır bence.. Zeten animasyon dalında Oscar'ı da var bu çizgi filmin.

Yaklaşık 70 yıl önce doğan karakterler hala çok sevilmekteler tüm dünyada..
Kaynak Burada
Yaklaşan yeni yıl nedeni ile bu güzel bölümü seçtim sizin için. Hadi, içinizdeki çocuk seyretmek istiyor, ne bekliyorsunuz:))

21 Aralık 2011 Çarşamba

Güne Kötü Başladım / Mahallemizde Ağaç Katliamı !



Sabah yürüyüşü için çıkmıştık Minik'le.. Evimizin karşısındaki muhteşem kauçuk ağacının etrafında bir telaş! Belediyete ait  kalabalıkça bir ekip canım  ağacı kesiyor. Çevreden insanlar da sigaralarını tüttürerek  izliyorlar.. Gözlerime inanamadım.. Hemen ekibin başında bulunan görevliye koştum ve durumu öğrendim;
Efendim,  ağacın yakınındaki bir kaç esnafın isteği üzerine ağacı kesiyorlarmış.. ''Yapmayın, etmeyin, esnaf bilir kişi midir? Bu işin uzmanları gelip  durum tesbiti yaptılar mı? Ağacın verdiği zarar resmi olarak tesbit edildi mi? Bu ağaca  nasıl kıyarsınız?'' tarzı  söylemlerime  ve  tepkilerime rağmen,  ağaç  korkunç bir şekilde  kesilmeye devam edildi. Ekibin şefi olan bayan,  aslında  esnaf tarafından, ağacın kökünden kesilmesinin talep edildiğini ancak  büyük bölümünü keserek  sorunu çözmeye ikna ettiklerini söyledi.. Zaten  ağacın tepesi kesilmiş, ucube hale  getirilmişti. Ağaçlara  olan ilgim nedeni ile bu şekilde kesmenin  onu  ölüme mahkum etmek  anlamına  geldiğini biliyordum. ''Bir  de  dilediğiniz yere şikayet edin !'' diye  küstahça yanıtlar aldım. Tepkim artınca, kesimi destekleyenlerle  tartışma  içinde buldum kendimi. ''Bu ağaç  betonları çatlatıyor'' diyordu birisi.  Betonu ağaçtan  değerli  sayan zihniyetle  tek başına  savaşmanın  nasıl bir duygu olduğunu  düşünün. ''Vah!vah! yazık ağaca diyen tek tük insanlar dışında kimseden destek  yoktu.

Zaman harcamadan Orman Bölge Müdürlüğü'nü aradım ama ağaç park bitkileri kategorisinde olduğu için  bir şey yapamayacaklarını söylediler. Eğer  bir orman bitkisi (örneğin  çınar ağacı) olsaydı  gereken yapılacaktı.
Bu durumda bilen varsa söylesin sevgili okurlar;
Esnaf bilir kişi midir ki, bu ağaç zarar veriyor deyince belediye  ekip  gönderip  o ağacı kesebiliyor?

Zaten beton yığınları arasında sayıları git gide azalmakta olan  ağaçların yaşamlarına son vermek bu kadar  kolay mı olmalı?

İçim acı ve öfke ile, gözlerim yaşla dolu, Antalya Valiliği'ne bir dilekçe yazdım. Bakalım ne olacak? Yoksa belediye, çevre bilincinden yoksun insanların isteği doğrultusunda bu  saçma uygulamalarına devam mı edecek? Ahhh ahhh  benim ülkem!!! 

20 Aralık 2011 Salı

Mehmet Yenigün-Koray Polat / Save your love

''O Ses Türkiye'' adlı yarışmayı izliyor musunuz? 

Her yarışmada olduğu gibi iyinin iyisi aranıyor.  Format gereği şu aşamada  aynı ekipte olan yarışmacılar birbirleri ile yarışıyorlar. Baya  heyecanlı anlar yaşanıyor.

O yarışmada tanıdığım, hayran kaldığım bir ikili var. Bizim buralardan gitmişler. Doğrusu  bu çocuklar  müthiş! Koray ve Mehmet, farklı tarzları ve enfes sesleri ile  olağanüstü güzel şarkı söylüyorlar.

İşte onların, Melodi adlı dünya tatlısı   bir yarışmacı genç  kız  ile yaptıkları düello müthişti..

Bir şarkı bu kadar  mı  güzel  söylenir, sesler bu kadar  mı yakışır... İzlemeyen varsa izlesin.. Melodi'nin yumuşacık, biraz heyecanlı  duru sesi  ve Koray'la Mehmet'in müthiş  yorumu bana şarkının orijinalinden  daha hoş geldi.  Renee ve Renato ikilisinden yıllardır  büyük keyif alarak dinlediğim  bu muhteşem şarkıya bizimkiler  de hakkını verdiler. BAYILDIM!!

Yavaş Şehir (Cittaslow)


 Bir  yer düşünün; sadece görüntü olarak değil gerçek anlamda temiz bir yer. Ne gürültü, ne hava kirliliği var. Sakin, dinlendirici bir yer. Dev alışveriş merkezleri, trafik kargaşası, egzoz dumanı,  gürültü patırtı yok. Çünkü insanlar gidecekleri yere  yürüyerek ya da bisikletle gitmeyi tercih ediyorlar. Alışverişlerini o yörede yetişen doğal ürünlerin  satıldığı  yerel  pazardan yapıyorlar, bahçelerinde yetişen  meyveyi sebzeyi yiyorlar. Ütopya gibi  değil mi? Şehir hayatından bezmişizdir.  Bunları düşleyince  genellikle küçük kasabalar canlanır gözümüzde.  Hani emekli olunca yerleşmeyi hayal ettiğimiz  küçük sahil kasabaları vardır ya... Ama  çok azımız gerçekleştiririz bu hayali.  Zaten artık tüketim toplumu olmanın, sanayileşmenin, hazıra ve kolaycılığa kaçmanın  bedeli olarak, çoktan ele geçirilmişizdir. Deli gibi çalış, bir evin bir araban olsun. Hafta sonları  çoluk çocuk alışveriş merkezlerinde marka ve ucuzluk peşinde hamburgerli  günler, dev ekran tv, bol taksitli bayram tatilleri,  beş yıldızlı yutturmacası ile, ucuz şaraplı,  dönüştürülmüş  yiyecekli, tıkış tıkış dolu balo salonunda yılbaşı kutlamaları, çeşit çeşit kredi kartları çoktan hayatımızın bir parçası olmuştur.
Ama durun şimdi; öyle bir  proje var ki,  hayata geçirmeyi başaran, kararlı insanların  tıkır tıkır yürüttüğü bir proje bu..

Türkçe meali YAVAŞ KENT PROJESİ..
Dünyada  çok güzel örnekleri var.  Özellikle İtalya’da.. ’’Bizde de mümkün mü?’’ sorusu  geliyor akıllara..Eveet, mümkün.  İz Tv’de bir belgeselde izleyince heyecanlandım,  Seferihisar bu projeye talip olmuş ve aslanlar gibi de  uygulamaya başlamış. 
Türkiye’de ilk adımı atan Seferihisar, Haziran 2009’ da başvuru yapmış  2009 kasım ayında yavaş şehir ünvanını kazanmış. 2008 yılında Seferihisar belediye başkanı M.Tunç Soyer’ in girişimleri ile Seferihisarlılar yavaş şehirkavramından haberdar olmuşlar. Öncelikle strateji geliştirme müdürlüğü kurulmuş. Daha sonra yerli halka yavaş şehir kavramı anlatılmış. Birliğe yapılan başvuru 6 ay sonra olumlu olarak cevaplanmış. Hatta yüzde 50 uygunluk sınırı varken Seferihisar yüzde 70 ile bu sıfata layık olmuş. Yavaş şehir birliğine üye olan Türkiye 19. ülke, Seferihisar ise 129. şehir olmuş. 

Aslında projeyi anlatmaya kalksam sayfalar dolusu yazmam gerekir.  İyisi mi buradan okuyun.
Daha Fazla bilgilenmek İçin Tık

2011 Yavaş şehir Türkiye Adayları
Taraklı - Sakarya: Kimlikli turizm adı altında muhteşem konaklarının restorasyonu ile  yöresel yemek ve el sanatlarının desteği ile yavaş şehir üyeliğine aday olmuşlar.
Akyaka - Muğla: Yöresel mimarisini yaşatarak yavaş şehir adaylığı için gerçekleştirdikleri referandum ile karar aldılar.
Yenipazar - Aydın: Tarihi mekanları yaşatma ve geleceğe taşıma ilkesini benimseyerek yavaş şehirciliğe aday olmuşlar.
Gökçeada - Çanakkkale: Ada kültürü, bağcılık, şarapcılık ve farklı kültürleri ile bir arada yaşayıp koruyarak yavaş şehir adayı olmuşlar.

18 Aralık 2011 Pazar

İntihal Her Yerde!


Bilim adamları bunları yaparsa!


Cumhuriyet Gazetesi'nin haberi;

''İntihal ortaklığı

İmzasının bulunduğu makalenin intihal olduğu ortaya çıkan Çankaya Üniversitesi Rektörü Güvenç makale için yardım ettiğini, kandırıldığını iddia etti.''

Kısaca durum şu:
Çankaya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ziya Güvenç, Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ergün Kasap ve Aksaray Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Halil İbrahim Dursun’un ortak imzasıyla uluslararası bir dergide(Uluslararası bilimsel bir dergi olan “Communications in Nonlinear Science and Numerical Simulation”ın Mayıs 2010 sayısında) yayımlanan bilimsel bir makalede (“A Simple Analytical EAM Model For Some BCC Metals” adlı makale) bilimsel hırsızlık (intihal) yapıldığı ortaya çıkmış.

Rektör Prof. Güvenç, makalede yardım ettiği Dursun’un kendisini kandırdığını savunuyor. Sonuçta Dursun durumu kabul ediyor, İngilizcem yetersiz olduğundan bunlar oldu diyor..

Haberin ayrıntılarını okuyunca her konuda olduğu gibi bilimsel çalışmalarda da ne kadar yetersiz ve aymazlık içinde olduğumuz görülüyor. Kısacası insanın kendine ettiğini başkaları edemiyor.


Sen git, 1996’da Almanya’da yayımlanan başka bir makaleden alıntılar yap, üstelik bir başka bilim adamından da ''benim İngilizcem yetersiz, şu makaleye bir çeki düzen verir misin? '' deyip yardım iste.. Peki kandırıldım diyen Ziya Güvenç'in hiç mi ihmali ya da suçu yok? Koca koca ünvanları taşıyan bu bilimadamları hiç mi alanları ile ilgili çalışmaları ve makaleleri takip etmezler?

Sonuçta Dursun,  Güvenç’e gönderdiği mektubunda, makaledeki intihal olarak nitelendirilebilecek hataları içeren ifadeleri İngilizce bilgisinin zayıflığı nedeniyle yaptığını belirterek “Makaledeki ifadeleri daha önce yayımlanmış bir makaleden alıntı suretiyle kullandığımı sizden saklamış olmamın derin üzüntüsünü yaşıyorum” demiş. Açılan soruşturmada da Dursun suçlu bulunmuş.

"ÜNİVERSİTELERİNDE BİLİMSEL HIRSIZLIĞIN  YAPILDIĞI, ÇALINTI MAKALELERİN, TEZLERİN SIK SIK GÜNDEME GELDİĞİ BİR ÜLKENİN ELBETTE TÜM YAŞAM ALANLARI SOYULACAKTIR"

17 Aralık 2011 Cumartesi

Historia De Un Amor

Yıllarca dönüp dönüp aynı şarkıyı dinler mi insan?


Eğer, ''İşte bu benim şarkım'' diyebileceğiniz şarkı ya da şarkılar varsa dinler tabii ki..

Historia de un Amor ( Bir Aşk Hikayesi ) Bir adamın eski bir aşk  hikâyesini anlatan bu şarkının bestesi Panama'lı besteci Carlos Eleta Almaran'a aittir.
Carlos Eleta Almaran bu besteyi, kardeşinin eşini kaybetmesinin ardından yapmıştır. Daha sonra şarkı ile aynı adı taşıyan 1956 Meksika yapımı sinema filminde,bu eser tema müziği olarak kullanılmıştır. Sözleri genel olarak,bir erkeğin aşık olduğu kadını kaybetmesinin ardından çektiği acı ve hüzünü anlatır. Günümüze kadar birçok müzisyen ve şarkıcı tarafından icra edilmiştir. Bunlardan bazıları; Guadalupe Pineda, Julio Iglesias, Nana Mouskouri, Perez Prado, Laura Fygi, Iva Zanicchi, Eydie Gormé & Trio Los Panchos, Pedro Infante, Dalida, Ana Gabriel, Luis Miguel, Los Angeles Negros gibi isimlerdir. Guadalupe Pineda'nın muhteşem yorumu farkedilmemesi imkânsız güçle dinleyicileri cezbetmektedir.
Kaynak Sayfa Burada

 Muhtemelen daha önce de bu şarkıdan söz edip dinletmişimdir de.. Olsun, 1950lerden kalma bu şarkı doğrusu hak ediyor  bu ilgiyi ve sevgiyi..  Zaten  söylemeyen  kalmamıştı  bir zamanlar, hala  da  çok seviliyor.. Ben  nedense  eskilerini seviyorum en çok, Pedro İnfante yorumu gibi.

Orijinali İspanyolca olsa da ben Fransızca versiyonunu tercih ediyorum. Fransızca, şarkılara nasıl da ince bir hüzün katar, nasıl da yakışır. .. Bir de sözler böylesine duygusal olunca.

Sözlerini anlamasanız dahi bunun acıklı bir aşk hikayesi olduğunu şarkı başlar başlamaz seziyorsunuz.. Hikaye bilindiktir bilinmesine ama şarkı içinize işler. Anılarınız da varsa bu şarkı her dinleyişinizde ağlatabilir,

"Artık yanımda değilsin hayatım ve ruhumda sadece yalnızlık var. Artık seni göremiyorsam, tanrı bana daha çok acı çektirmek için seni sevmemi sağladığındandır.. Sen hep benim varoluş sebebimdin, sana tapınmak benim için bir dindi; senin öpücüklerinde bana aşk ve tutkuyu getiren sıcaklıkla karşılaşmıştım.. Bu eşi benzeri olmayan bir aşk hikayesi, tüm iyiyi ve kötüyü anlamamı sağlayan, hayatıma ışık veren ve sonra o ışığı söndüren; ah, nasıl da karanlık bir hayat! Senin aşkın olmadan yaşayamam.."

İşte  böyle  bir kırık aşk hikayesi anlatır bu güzelim şarkı.  Ee hadi  ne duruyorsunuz ,  siz  de dinleyin..(Luz Casal'dan)

Tık

Pedro Infante yorumu burada

16 Aralık 2011 Cuma

Ivan Alifan

Ivan Alifan şu anda Kanada'da yaşayan yetenekli bir sanatçı ve Rus ressam Anna Razumovskaya'nın oğlu.